Salı, Eylül 21, 2010

karabasan..


yedinci biradan sonrasını pek tahâyyül edemiyorum.. ancak şöyle bir kafamı toparlayınca fenalarda olduğumu sezebiliyorum, adıma inat!.. dünyada ne var ne yok hiç mi hiç fifimde değil gibi.. 

gözlüğümün camlarının buğulandığını görebilecek kadar kızarmadı henüz gözlerim.. üstelik iki yeksan radarım, efil efil dönüp durmakta devrilecek bir yerlere doğru.. çoğunlukla can sıkıntısının akabinde yaşanır bu durum.. ve bu aralar fenalardayım dedim ya şifonyer dudaklı küsbe!..

önce başım döner biraz.. sonra can sıkıntısından korkarım!.. bir süre önce ruhumun osuruklandığını ve çöküntü yaşadığımı varsayabilir ve bunun üzerinde paytak paytak koşabilir ve de yolun sonundaki ağacın dibinde sızabilirim.. ama öncesinde  işememde gerekebilir tabi!

ağzım üç parmak açıkta, derin derin horlayarak rüyamda bir dilberin ardı sıra sürüklenebirlirim.. oda olmassa mal mal uyurum işte! peh.. aman ne dert.. 

bir insan sıkıntı üzerine bir şeyler zırvalamaya başladıysa artık canı sıkılmıyor demektir.. belki güneşin kavrukluğu cızır cızır eritmiştir, serhoşluğa terk cihetini.. 

sıkıntı insanın elini kolu bağlar ya da insana olmadık işler yaptırır.. üstelik amorti tadında, yarı ölü bir bedenle zombi tırıvırısında salınmak düşer payene.. dayanılmaz bir şeydir bu.. nane berduşlarının çabası yersizdir, kimseciklerin yardımı para etmez.. tipitip sakızına bulanan zihin çömleği, hiçbir şeye kifayet edemez.. mekanizma büsbütün donar bildiğin.. dayanılmaz derken, sözcüğün gerçeği yansıtmaktan fersah fersah uzak olduğunu söylememe gerek yok heralde.. varsada öğrendin işte!.. 

evet, evet.. öldürücü, fena bir şey bu.. hava içinde boğulur gibi olur insan.. sokağa, dışarıya, insan sesinin yankılandığı hiçbir yere, bir pencere dahi açamıyorum.. tam manasıyla havasızlıktan boğulma işte.. kıpırdamanın büyük bir çaba istediği ve bana kıpırdamamak kadar acı çektirdiği haftalar, aylar..! evet, evet.. dayanılmaz bir şeydi bu.. kesinlikle dayanılmaz.. yemeklerin tadı tuzu yoktu.. daha ölmemiş bir ölü, yaşamayan bir canlı.. 

yegane afyonu uyumaktır bu işin.. ama insanda bütün gün uyuyamaz ki kardeşim.. sonunda yalnızlığa ve sıkıntıya dayanamayan bedeni abidemi toparlayarak, eşikten dışarı yollandım.. işin garibi herkescikler çoktan uykuya dalmışlardı!..

Pazartesi, Eylül 13, 2010

evet / hayır - II


eveeettt.. 

malûmatınz olduğu üzre bu pazar gittik sandılara.. tabii ki referandum içindi!. hoş bunu halen parti seçimleriyle karıştıranlar vardı ya neyse.. netice itibariyle de tahmin edilen gibi EVET çıktı sandıktan.. 

basket maçıydı.. bayram sonuydu.. pazartesi sendromu filandı derken buda gelip geçti.. bakalım önümüzde hangi maç var.. sandıktan çıkan %58'e karşın yadsınmaması gereken %42'lik bi oy kesimi var ki buna sandık başına gitmeyen ve BOYKOT kılıfına saklanan EVET''leride dahil etmek lazım!..

arkadaş ya ben bu işlerden bi bok anlamıyorum ya da bu işlerin perde arkasına fazla fantezik tasfirler yoruyorum.. ingilizcede "in my opinion" die bi kalıp vardır.. buradan dönemeçle; bence seçimler öncesinde AKP ve BDP perde gerisinde anlaştılar ve tabanlarına hoş gözükmek için bu yolda hem fikir oldular.. neymiş bu yol peki? BDP'nin boykot kararı alması işte. peki boykot kararının evet demek olduğunu nerden çıkarıyorum! kıçımızdan uydurmuyorus heralde.. 38 kere yineledim şu tümcemi: "yapmayın etmeyin.. boykot etmek sandıktan çıkması muhtemel evet'e yapılabilecek en büyük kıyaktır.. madem ki şartlardan muzdaripsiniz ve yapılacak değişiklikler belentilerinizi karşılamıyor, o halde gidin sandığa ve HAYIR deyin olsun bitsin.." ama BDP daha önce anlaşıldığı üzere AKP ile yaptığı ortaklık gereği hayır yerine boykot tercihine yöneldi ve neticede katılımın çok az olduğu doğu ve güneydoğu illerinde zaten AKP oyları olan %90'ın altına düşmedi!. tabii ki BDP boykot etmeseydi doğrudan evet'e destek veremeyecekleri için HAYIR demek zorunda kalıcaklardı falan filan işte..

amaaan herneyse işte.. şeye giren şemsiye açılmazmış.. açılsada o şey bidaa iflah olmazmış.. sırf BDP meselesine indirgeyerek seçimlerin bu doğrultuda kazanıldığını iddaa etmek eşeklik olur.. AKP'nin bütün devlet imkânlarını seferber etmesi bi kaçyüz adım öne geçmeini sağladı.. şimdi burda şunuda itiraf etmek lazım: "bana bozuk kolu verdiler o yüzden kaybettim" savının altına imza atmakta siyasetimizi geriye doğru püskürtür..

son olarak sandıktan çıkan sonuç bi çok kesimi mutlu etti diyebiliriz.. AKP memnun.. önerdikleri değilikiğin önünde hiç bi engel kalmadı.. CHP'de memnun! alınan %42'nin büyük bi kesimini kendilerinin sağladığını iddaa ederek bunula övünüyorlar!.. BDP memnun.. zira boykotta başarılı oldular.. TÜSİADI, MÜSİADI ve bilimum ADI memnun.. ekonomik verilere olumlu yansıyacağını iddaa ediyolar.. galiba kaybeden bi MHP var! MHP kaybetti.. çünkü kendi tabanına zıt düşerek seçim zamanında tırmanan bütün oyları gelecek seçimde baraj dışında kalmalarına sebep olacak bi tercih yaptılar!.

eveet.. işte durum böyle gibi.. insanlarımzın çoğu neye oy attıklarının farkında bile değiller.. urmarım bu sonuçla beklenen güneşli günlere açılan şemsiyeler kapanır.. zira yağmur kesildi..

Perşembe, Eylül 09, 2010

göksel..


milenyumu geride bırakalı henüz bi yıl filan olmuştu.. sağda solda "depresyondayııım unutuuuldum.." türevinden bi nağmedir esip duruyodu..  üstüne bide "pişmaan olacaksın günün biriindeee" diye gürleyince, "ulan bu olsa olsa müslüm gürses'in dişi versiyonudur" diyerekten üstünde pek durmadım..

aradan iki yıl göksel'den bihaber geçti çarçabuk.. zira çoktan etiketi koymuştum "müslüm'ün dişisi" diye.. burda amacım müslüm gürses'i yermek felan değil haa sakın o yana sürüklenmesin saçma senfonim!.. neyse.. üçüncü albümünü piyasaya çıkarmştı bu yıllarda.. nitekim ilki 97'de çıkmışta haberim yok!.. üstüne üstelik sezen'in "kurşuni renkler"ini ne de güzel yorumladığından bihaberim.. ne de güzel vurmuştu beni "kız gibi" parçasında.. ne diyordu bi kulak verelim; "ne bebeğim ne balonum, kumdan kale oyunum.." sonrasında üstüne titremeye başladım göksel'in.. ona nasıda eşeklik ettiğimi yıllar sonra anladım.. hızla albümlerini edinerek bi çeşit özür diledim zâtialilerinden.. 

yıllar hızla debelenirken ben göksel hastalığına yakalanalı bi kaç sene olmuştu.. ikibinbeş yılı geldiğinde göksel "arka bahçem" albümünü piyasaya sürdü.. henüz üniversitenin ilk bi kaç yarı yılı geride kalmıştı.. kulağımda "benden geçti aşk" tırıvırıları.. en sonunda da "saadet şerbeti" ne de güzel cuklama oturdu hayatıma..

yıllar geçtikçe göksel'in tarzıda oturmaya başladı.. şimdiye kadar sadece sesiyle ve sanatıyla meşgul olan ben, bi müddet sonra göksel'in esrarengiz güzelliğinin farkınada vardım.. iri gözleri ve hacminden ağır kafasının uyumu değişik bi silüet oluşturdu gözümde.. tatlı dilide bilmukabele buna eklenince peyder pey bağlanıverdim göksel'e.. 

"ne gelir ki elimden, sunduğum çiçeklerden istiyorsan bi parça... dünyaa dünyaaa dünyaa... ölümle aşk arası bu incecik sınırda, arıyorum kendimi dağınık duygularla..."

ikibinyedi yılıda çarcabuk geliverdi.. göksel iyice oturan tarzı eşliğinde "ay'da yürüdüm" adlı dördüncü albümünü çıkardı.. göksel'in en sevdiğimin albümü bu oldu.. baştan sona enfesler.. "aklımın oyunu bu sahici değil, bilirim çok saçma ama elimde değil.. ne uyur ne uyutur düşmana benzer.. pusuda bekleyen şeytana benzer.. " çok kötü şeyler parçasından eşsiz bi yorum.. sabrettim, yarabbi şükür, adım adım diğer hit olan parçaları..

yıllar ikibindokuz'u gösterdiğinde "mektubumu buldun mu" albümünde türk müziğine damgasını vuran 70'lerin eşsiz parçlarını seslendirdi.. sesinin yumuşaklığının nostalji rüzgarıyla buluşması beni tam olarak bitirdi diyebilirim.. bilemedim, inanmam, ağlamak güzeldir ve tabiki baksana talihe en gözde yorumları.. 

Cuma, Eylül 03, 2010

kırmızı başlıklı kız..


günün yorgun telaşına kucak açan güneşle beraber açıldı perdeleri.. ağır aksak, salınaraktan merdivenleri inen kızcağız, gözleri saate kayınca voltajını artıraraktan körüklüye yollandı.. 

havanın sıcağına - soğuna aldırmayan şapkası kafasında, ki renginin kırmızısı uçaraktan turuncuya doğru konmuştu, elinde çuvaldan bozma çantası uyuklamaya kararttı perdelerini.. arka koltuktan bir çift örgü sarıldı  saçlarına en yavşak tarafından!.. herşeyin farkında olan kızcağız sağa sola kıpraşsada kazmanot öküz adı verilen şahıs anlamsız seremonisine devam etti.. neyse ki durak imdadına yetişti kırmızının!. inerken geriden gelen afkırma edasındaki cicili bicili sözleri tekmeleyerek kaçtı..

duraktan işe yetişene kadar bi başka kazmanot öküzağasından laf yemekle kalmadı üstüne katakulleye binen cinsinden parmaklama operasyonu geçirdi.. ya da geçirdiler!. aniden bastıran yağmurun yarattığı kenardaki göl silsilesinden, nasibini hızla geçen arabalardan alarak, bi güzel çamur banyosunuda yaptı.. ne şapkanın turuncusu kaldı ne de entarisinin al'ı!. 

sayısız nazar atılan bedeni günün sonuna doğru harap ve bitap düşerekten, sabahki senaryonun bir benzerini oynamaya hazırlandı koşar adım.. istanbul'da trafiğin yoğun olmadığı bir an bile yoktur.. ki 25 dakikalık mesafeler çoğu zaman saatler almıştır.. bu zaman sürecinde çeşitli mıncıklanmanın ve de ford operasyonunun ardından bi kaç durak önceden inerek bedenini dinlendirmeye aldı!.. 

yolda ilerlerken gözleri belediyenin siyasi partilere tahsis ettiği!! bilboardlardaki EVET! ve HAYIR! cinsi üfürükten teyyarelere takıldı.. sağda solda yanan ampüllerin ardında; "işciye şunu vericez, aslında bunları geçiricez!" iyi dileklerini, "bir kapana kıstırılmış referandum paketine", orak-çekiç ardındaki hayırlara gözlerini yumaraktan hızlıca ileriledi.. zira hava karamakta ve malûm sokak lambalarının gündüz mesaisi sona erdiği için karanlıkta yol almaktaydı!.. bazen belediyenin açtığı bi çukura dalış yaptı, bazende arnavut ciğerinden kara kaldırımlara tökezleme efelendi.. 

sonunda teyzesiyle yaşadığı evine çeşitli hasarlarla da olsa ulaştı.. usulca kapıyı açtı ve doğrudan yatak odasına girdi.. yatakta teyzesinin yerine onun mintanını ve entarisini giyen kurt yayılmış oturuyordu.. kızımız bi bakışta kurt olduğunu anlamıştı zaten.. kız usulca kırmızı şapkasını kenara, kolundaki çantayı da camdan aşşa fırlatarak kurda sokuldu ve "ye ulan beni" diye bağırdı..

resim: g. dory

?

Fotoğrafım
İstanbul, Tokat, Türkiye
ben sezer; klasik uygulamalı, güdüsel bir hamle sonucu, anında dünyaya gelip, henüz olunmayan bir pratiğe zorunlu olarak itilmiş, nüfusa ilave bir insan..